
Uğur Kurt cemevi avlusunda polis S.K’nın tabancasından çıkan kurşunla katledildi. Olay ilk önce “Havaya atılan ateş so Devamı..

“Zorbalık karşısında sessiz kalan herkesin içindeki insan ölür!” diyor Akinwande Oluwole Soyinka isimli Nijeryalı yaza Devamı..

27 Mayıs 1995 tarihinden bu tarafa bir grup insan, gözaltında devletin askeri–polisi tarafından yani bizzat devlet iradesiyl Devamı..

Bu başbakanın benim başbakanım olmadığı kesin. Tıpkı Türkiye’nin önemli bir kesiminin de başbakanı olmadığı gibi. Bu kadar nefret dolu, bu ölçüde kindar birisinin başbakan olması sokaktaki her vatandaş için büyük tehlike.
Bir tarafta ahlak, din, iman diyeceksin, kutsallıktan bahsedeceksin; diğer tarafta acısı taptaze olan bir ana-babayı terörist gibi göstererek yuhalatacaksın. “Sizin evladınızın mezarına karanfil ve demir bilyeler atışınızı pek anlamadım. O demir bilyeleri niçin atıyordu mezarına? Neyin mesajını veriyorsun” diyerek Berkin annesini hedef tahtasına koyacaksın!
14’ünde vurulup, 15’inde ölen, 16 kilo gelen bir çocuğa demediğini bırakmayacaksın. Eminim kendi çocukluğunda da sıkça oynadığı ve cam olduğunu çok iyi bildiği misketleri cümle aleme ‘demir bilye’ diye yutturmaya çalışacaksın.
Kaybettiğini göreceksin ve bütün politikanı gerilim üzerine kuracaksın. Devletin gücünü arkana alarak, sana ters bakıp bakmaması bir yana sağından solundan geçen herkese kabadayılık yapacaksın. Arkanda devletin bütün olanakları, ordusu ve neredeyse ordu kadar olmuş 240 bin kişilik polis gücüyle. Üstelik, özellikle Gezi sonrası kabadayılığın artık geçer akçe olmadığını bilmene rağmen…
Kullandığın dil, seçtiğin politika dilinin sokağı kışkırttığını bile bile yapacaksın… Ve bunu asıl olarak, hızla kaymaya ve elinden giden tabanını diri tutmak için yapacaksın. Söylemlerine; gece yarısı, acılı bir bölgeye elinde sopalı, belki de silahlı bir grubun ‘Allah-u Ekber’ nidalarıyla girmesine zemin hazırlayacaksın. Devletin arkasında gücünü görmediğinde, kıçlarına bakarak yalvar yakar kaçan bazı insan müsvettelerine cesaret vereceksin. Onlar da senden aldıkları cesaretle önce nara atacaklar, sonra da dayağı yiyip yalvaracaklar!
Bir çocuğu, diğer bir çocuğa karşı, acılı bir babayı bir başka acılı babaya karşı kullanmaya çalışacaksın. Hep yaptığın gibi birini vatansever, öbürünü hain ilan edeceksin! Birini dini bütün ilan ederken, öbürünü de dinsiz ilan edeceksin…
Ama bu kez olmadı. Olmayacak duaya kimse amin demedi. Kaybettin. Babaların isyanı seni yalnız bıraktı. Babalar sana büyük ders verdiler. Babaların bu isyanı, şu anda çevrende seni destekleyenlerin senden uzaklaşacakları zaman giderek hızlandığını gösteriyor.
Annelerin duyarlılığını, acılarını paylaşmasını, asker ve polis anneleriyle, Cumartesi Anneleri’nin zaman zaman nasıl dayanıştıklarını, acılarını paylaştıklarını biliyorduk. Ama Türkiye belki de bu kez bir ilke tanıklık etti. Üç baba hiçbir tahrike kapılmadan, kışkırtmaya gelmeden herkese bir ders verdi. Başta da Başbakan’a ve çekirdek kadrosuna…
Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan’ın, Okmeydanı’nda öldürülen Burakcan’ın babası Halil Karamanoğlu’nu araması ve karşılıklı olarak birbirlerine “Senin evladın benim evladımdır. Evlat acısının kıyaslaması olmaz, acılarımızı siyasete alet edip nefret ortamı oluşturmalarına biz aileler olarak müsaade etmeyeceğiz” demelerinden daha önemli ne olabilir? Mevcut siyasi ortamda bundan daha önemli bir siyasi yorum olabilir mi? İki baba bunları konuşurken, Tunceli’de gazın etkisiyle kalp krizinden hayatını kaybeden polis memuru Ahmet Küçükdağ’ın babası Süleyman Küçükdağ’ın “Berkin de, Burakcan da benim evladım” demesinden daha önemli ne olabilir?
Babaların isyanı hepimiz için öğretici olmalı. Olmalı ki, kaybedenler kervanında birileri tam anlamlıyla yalnızlaşsın. Öfkesiyle, kiniyle, nefretiyle; yatacak yeri, çalacak kapısı kalmasın! Gidiş o gidiş. Baksanıza ‘Hırsız var’ yerini hızla ‘Katil var’a bırakmış durumda!
Bütün gelişmeler sanki hızla Türk Tabipleri Birliği’ni haklı çıkarıyor gibi. İnsanın ruh ve beden sağlığı bozulunca, bırakın bir ülkeyi yönetmesini, kendini bile yönetemez! Başbakan’ın böyle diyen TTB’yi de dinlemeyeceği kesin. O yüzden ‘Artık yeter’ kararı 30 Mart’ta mutlaka ve doğrudan yüzüne okunmalı!