Üye Girişi
Son Makaleler

Başörtülü bacımızı cami avlusunda katletseler!
Uğur Kurt cemevi avlusunda polis S.K’nın tabancasından çıkan kurşunla katledildi. Olay ilk önce “Havaya atılan ateş so Devamı..

Küreselleşen Kerbela
“Zorbalık karşısında sessiz kalan herkesin içindeki insan ölür!” diyor Akinwande Oluwole Soyinka isimli Nijeryalı yaza Devamı..

500 haftadır aynı yerde
27 Mayıs 1995 tarihinden bu tarafa bir grup insan, gözaltında devletin askeri–polisi tarafından yani bizzat devlet iradesiyl Devamı..
Facebook
Haber Bülteni
Başbakan ‘Haşhaşiler’i de bilmiyor!
Yayınlanma Tarihi: Cumartesi, 18 Ocak 2014

Yolsuzluk Operasyonu genişledikçe çileden çıkan Başbakan Erdoğan’ın ağzından çıkanı kulağı durmamaya başladı. Cemaat’e yönelik yürüttüğü karşı operasyonu “Acırsanız, acınacak hale gelirsiniz” diye açıklayan Başbakan, Cemaat’i ‘örgüt, çete ve virüs’ diye nitelendirdikten sonra, Cemaat ile Hasan Sabbah’ın ‘Haşhaşiler’ini özdeşleştirdi.
“İncelediğimizde tarihte de bunu görüyoruz. Büyük Selçuklu Devleti’nde, Haşhaşiler denilen gözü dönmüş gizli bir örgütün devlet bünyesini nasıl esir almaya çalıştığını, gerektiğinde düşmanlarla nasıl işbirliğine gittiğini, asırlar önce millet olarak yaşadık ve gördük” diyen Başbakan, Haşhaşiler ile Cemaat’i kıyaslarken, Haşhaşilere hem büyük haksızlık yaptı, hem de Haşhaşilerle ilgili son derece yanlış olan resmi tarih ezberini tekrarladı. Başbakan’ın Haşhaşilere daha doğrusu İsmaili Nizarilere (veya Nazarilere) yaptığı bu haksız benzetmenin onların Şii olmasıyla bir bağlantısı var mıdır bilemem ama Başbakan’ın yaklaşımından Haşhaşileri doğru okumadığı ve işine geldiği gibi kullandığı kesin. Nasıl mı? İşte şöyle…
Kaynağı Marco Polo’ya uzanan ve yaklaşık bin yıldır tekrarlanan klasik ‘Haşhaşi Hikayesi’ bellidir: “Dağlı İhtiyar, kendisine cesur erkekler olmaya aday görünen, on iki yaşındaki çocukları sarayında alıkoyup yetiştirirdi. Zamanı gelince onları dört, on ve yirmilik gruplar halinde bahçeye gönderilir ve orada haşhaş içirilirdi. Üç gün boyunca uyurlar ve sonra onları uyandırılacakları bahçeye uyur durumda taşırlardı. Bir sure sonra bu genç adamlar uyandıklarında, kendilerini buldukları görkemli bahçede, gerçekten cennette olduklarına inanıyorlardı. Güzel körpe kızlar, büyük eğlence gösterileri yaparak, şarkı söyleyerek daima onlarla birlikte olurlardı; istedikleri her şey verilirdi. Bunun için kendi öz istemleriyle bu bahçeyi asla terk etmek istemiyorlardı. Ne zaman Yaşlı Adam birini ölüme göndermek isterse, onu çağırıp şöyle söylerdi: 'Git ve bu işi yap. Ben bunu sana yaptırıyorum, çünkü ben senin Cennet’e geri dönmeni ve burada her şeye sahip olarak ebedi mutlu yaşamanı istiyorum.' Böylece eğitilmiş suikastçılar (assassins) gider, eylemi büyük bir istekle gerçekleştirirlerdi".
Bu efsanenin ‘Batı’ tarafından da kuşaktan kuşağa bu şekilde aktarılmasının en önemli nedenlerinden biri, egemen Sünni anlayış tarafından Şii İsmaililerin ‘mülhit’ yani ‘dinden çıkmış, sapkınlar’ olarak nitelendirilmiş olmasıdır. Hasan Sabbah taraftarlarının çok iyi savaşçılar olması ve ‘kurulu düzene’ baş kaldırmaları bu nitelendirmeyi daha da güçlendirmiştir. Hassan Sabah’la, Alamut Kalesi’yle özdeşleşen İsmaili Nizarilerin, o dönem de egemen olan dogmatik Sünni İslam’a karşı ‘öbür dünyada değil bu dünyada eşitlik ve özgürlük temelli bir cennet kurma’ ideali ve iddiası içinde olmalarıydı. Bu Hasan Sabbah taraftarlarını kötülemek için başlı başına önemli bir nedendi.
İsmaililerinin ayrılığının kökleri Hz. Ali’ye kadar uzanır. Hasan Sabbah, geleneksel Sünni İslam’dan farklı olarak, insanlığın meşru lideri olan imamın önderliğinde yeni ve adil bir toplum kurabileceğini, böylece hakikate ulaşılabileceğini söylemişlerdir. Bu dünyada kurulacak ‘yeni bir dünya düzeni’ planlamışlardır. Bunu planlayan ise dönemin devrimcisi Hasan Sabbah’tır! O Hasan Sabbah, “Biz İmamızdan başka birilerinin emirlerine boyun eğmeyiz. Sultanların maddi ihtişamı bizi etkileyemez” diye meydan okuyan biridir. Hakkında yazılan çizilenlerin, söyleyenlerin aksine; Hasan Sabbah savaşçı değil, barışı tercih eden bir öğretiyi savunuyordu. Araştırmacı Edward Burman onu ‘tasarımlar üretmiş, planlayıp uygulamış devrimci bir dahi’ olarak değerlendirir. Savaşı ve kararlılığı, Alamut ve çevresinde kurmaya çalıştığı ‘yeni düzeni’ yıkmaya kalkan güçlere karşıydı. İşte bu gerçekler ve özelliklere rağmen; daha sonra yenilerek dağılmış olmaları asıl özelliklerinin dışında, yalnızca ‘suikastçı’ olarak anılmalarına, Hasan Sabbah’ın da ‘sapkın’ olarak anılmasına yetmiş de artmıştır!
‘Haşhaşilik’ ve ‘haşhaş kullanımı’ ise bu efsanenin önemli bir parçasıdır. Haşhaş o dönemde, hem hastalıkların tedavisinde, hem de zevk için Hindistan’dan Anadolu’ya bütün coğrafyada kullanılmaktadır. Suikastlerin haşhaş (afyon) içildikten sonra yapıldığı, Alamut Kalesi’nin ortasında ‘uçsuz bucaksız bir cennetin’ olduğu da senaryoyu tamamlamak için kullanılan palavralardan başka bir şey değildir. (Bilmekte yarar var: Alamut Kalesi bugünkü Tahran’a yaklaşık 100 km mesafede Elburz sıradağlarının en yüksek yerindedir. Yüksekliği 180 metre, uzunluğu 135 metre. genişliği ise 9 ile 37,5 metre arasında değişmektedir).
Etiketler: yazar,necdet saraç.Başbakan ‘Haşhaşiler’i de bilmiyor!